Yas ve Travma I

Yas ve Travma I

Bir yakınımızın ya da sevdiğimiz şeylerin kaybıyla başa çıkmak oldukça sancılıdır. Yaşadığımız bu kayıp sonucu derin bir yas sürecine girer ve de yaşamdan haz alamaz hale geliriz. Sabah uyanmak, yemek yemek, işe gitmek, alışveriş yapmak gibi basit gündelik aktiviteleri yapmakta oldukça zorlanırız. Bununla beraber yaşadığımız yasa bağlı olarak duygusal, fiziksel, düşünsel ve davranışsal bir takım tepkiler veririz. Örneğin, duygusal olarak şok ve üzüntü, fiziksel olarak midede boşluk hissi, kalpte sıkışma, nefes darlığı, düşünsel açıdan inanmama, dikkat dağınıklığı ve davranışsal açıdan da uyku ve yeme bozuklukları vb. tepkiler verebiliriz. 

İngilizcede yasın karşılığı olan ‘bereavement’ kelimesi, orijinalinde ‘çalmak’ anlamına gelen ‘berafian’ kelimesinden türetilmiştir. Bu kelimenin daha sonradan ‘yas’ yerine kullanılmasında ise “Sevdiğimiz biri ölünce hayatımız bizden çalınmış gibi olur” düşüncesi hakim olmuştur. Yas, bütün kültürlerde var olup, evrensel bir olgudur. Kimi kültürlerde yas tutmak günlük yaşamın dışına çıkmayı gerektirirken; kimisinde ise spiritüel bir anlam çıkarmaya sebep olur. Örneğin Çin’de kırmızı mutluluğu simgelediğinden, vefat eden kişinin yakınları 40 gün süre ile kırmızı renk giysiler giymeyip, vefat edenin arkasından gözyaşı dökerken; Mevlana’ya göre ölüm günü düğün günü (Şeb-i Arus) yani Allah’a kavuştuğu gün demektir. 

Kültür, din ve geleneklerin haricinde kişilik, kaybedilenle olan ilişki ve kaybediliş şekli de yası etkileyen diğer faktörlerdir. Bu faktörler sağlıklı yasla, patolojik yasın arasındaki ince çizgiyi belirler. Kişilik faktörü ele alındığında, duygusal açıdan hassas bir birey, bir kayıp yaşadıktan sonra yas yerine patolojik bir yas geliştirebilir. Bunun yani sıra kaybedilen kişiyle olan ilişki tutarsız ise yine yas süreci travmatik olabilir. Kaybediş sekli de yas sürecini etkileyebilir. Ani ve zamansız kayıplar atlatılamayan yasa dönüşebilir. 

Bütün duyguların bir fonksiyonu olduğu gibi yasın da önemli bir fonksiyonu vardır. Örneğin, korku duygusu tehlikelerden kaçınıp hayatta kalmayı sağlarken, yas da kayıplarla vedalaşmayı ve hayata devam edebilmeyi sağlar. Dolayısıyla yas tutmak yaşanılan kayba karşı verilen doğal bir tepkidir. Ancak çoğu zaman insanlar sağlıklı yas sürecine mani olurlar. Ölen yakınlarının ya da kaybettiklerinin üstüne konuşmak istemezler. Çünkü bu çok acı vericidir. Ama bazen ölüm gibi çok gerçek ve yıpratıcı bir konu üzerinde düşünmek, onun hayatın doğal bir parçası olduğunu anlamak, olumu kabullenmede faydalı olabilir.  

Freud, ‘Yas ve Melankoli’ (1917) makalesinde kayıplarla vedalaşma sürecine değinmiştir. Kayıp kelimesi bize ilk olarak ölümü çağrıştırır. Bir ilişkinin bitmesi de kayıptır. Yani ayrılığı da kayıp süreci olarak düşünebiliriz. Freud’a göre sağlıklı yas sürecinde kişi bir yas çalışması yapar. Bu süreçte benlik kaybedilen kişi ya da nesnenin artık var olmadığı hükmünü verir ve enerji bu kişi ya da nesneden geri çekilir. Kişi başta bağlanabileceği başka kişilere karşı dirençlidir ve kolay kolay bu durumdan vazgeçmeyi istemez. Ancak sonunda çoğunlukla gerçeğe uyum kazanır ve kayıp kabul edilir. Serbest kalan ego yeni bir bağ arayışına girer. Eğer serbest enerji başka bir kişiye yatırılmayıp, egonun içine geri çekilmişse o zaman depresyonun bir türü olan melankoli ortaya çıkar. Melankoli bu kayba gösterilen sıkıntılı bir psikolojik yanıttır. Yoğun kaygı, uyumakta güçlük, beslenme sorunları, dış dünyayla ilginin kesilmesi, öz saygıda azalma gibi semptomlar görülebilir. Melankolik yasta yapılan tek aktivite kaybedilenle bağlantılı olandır. Kaybedilen nesneyle olan bağı koparmamak için ego bir karşıt güç uygulamaya baslar. Bazen gerçeklerden bir kopuş ortaya çıkar ve nesneye psikotik bir bağ ortaya çıkabilir. Kaybedilen nesneyle libidonun bağlı olduğu tüm anılar tazelenir. Kısaca kişiyi hayata bağlayan yaşama sevinci ortadan kalkar. 

Freud’un sağlıklı olmayan yası melankoli olarak tanımladığını daha önce belirtmiştik.  Melankolide kaybedilen kişiyle ayrılmak istemediğimiz için onu kendi parçamız haline getiriyoruz. Ama bu parçada arzu olduğu kadar öfke de var. Melankolide kaybedilen kişiye karşı hem bir nefret hem de bir sevgi duyuluyor, bu yüzden melankolide bir çifte değerlilik mevcut. Sevgi ilişkilerindeki kayıp, çifte değerliliğin ortaya çıkması için bir fırsat sağlıyor. Bu kaybedilen kişiye hem nefret hem de sevgi duyma halinden oluşan çatışma, yasa hastalıklı bir görünüm kazandırıyor. Melankolide kendini kötüleyen kişi aslında kaybedilene olan negatif duygularını yansıtmış oluyor. Melankoliyi ilginç kılan en önemli unsurlardan biri de bu sadizmdir. İçimizdeki bu süreçlerle o kadar meşgul oluyoruz ki, dışarıdaki dünyadaki ilişkiler önemini kaybediyor. Tüm enerjimizi içerideki kendimizle mücadeleye akıtıyoruz. Yas sürecinde kaybın gerçekliğini kabullenmek için bir sürenin geçmesi beklenir ve de sonrasında kaybedilen kişiden uzaklaşılır. Fakat melankolide bu süreç bu kadar kolay ilerlemiyor. Kişi kendisini kötüleyerek kaybedilen kişiyi değersizleştiriyor, küçük düşürüyor ve de ancak böylece kaybedilenden kopabiliyor.

Yazıyı Paylaş

Bu yazı 29.10.2015 tarihinde
Uzm. Psk. Işık Birçek tarafından yazıldı.

SON YAZILAR